11 Nisan 2012 Çarşamba

Hayvanların Mitolojideki Yeri

Dini düşüncenin en önemli evrelerinden biri olarak kabul edilen zoomorfizm(animalizm) evresinde insanoğlu, hayvan biçimli tanrılara tapınmış ya da tanrılarını hayvan biçimli olarak düşlemiştir. Bu evrede birçok memeli hayvanın yanısıra; sürüngen, balık, kanatlı ve mitolojik hayvanları da kendi düşsel dünyasının zengin motifleri arasına yerleştirmiş ve bu hayvanlara önemli mitolojik roller vermiştir. İnsanoğlu bu evrede sadece yırtıcı ve güçlü hayvanları değil, sevimli ve zayıf hayvanları da tanrı olarak kabullenmiş ve totemlerini yaparak bu canlılara tapmıştır. Ancak uygarlık geliştikçe, doğayı ve bunun belki de en önemli unsuru olan hayvanları kontrol altına alarak onları daha yakından tanıyan ve evcilleştiren insanoğlu, bir süre sonra tanrılarını yarı insan - yarı hayvan olarak düşlemiş, daha sonra ise tümüyle insan biçimli tanrılar tasarlamış ve antropomorfizm evresine geçmiştir.

Bu incelemede, balıkların, kanatlı hayvanlara oranla daha az sayıda mitolojik olayda rol aldıkları izlenmektedir. Bunda, balıkların bazı coğrafyalarda yoğunlaşırken, bazı coğrafyalarda hiç bulunmayışları ile bazı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel faktörlerin etkili olabileceği düşünülmektedir. Kanatlı hayvanlar ise, özellikle uçma yeteneklerine, fiziki görünümlerinin güzelliğine ve melodik sesler üretmelerine bağlı olarak insanların dikkatini çekmiş ve beğenisini kazanmışlardır. Bunlara ek olarak bu hayvanların insanlarla kurdukları yakın ilişki, onların insanın gözündeki değerini arttırarak mitolojik süreçte önemli roller üstlendirilmelerine neden olmuştur. Tanrılar, kanatlı hayvanların uçma yeteneklerinden faydalanmak üzere kuş şekline dönüşmüşler ve bu şekildemitoloji için çok renkli motifler oluşturmuşlardır.

Hermes ve Asası
Yılan:
Mitolojide yer alan en önemli hayvan olup, deri değiştirmesinden dolayı ölümsüzlüğü sembolize eder. Kutsal ve kimi yerlerde de tanrı olarak kabul edilir. Yılan kültü(tapımı), ilkçağda çok yaygındır. Toprak altında yaşayan yılanların, ölü atalarla ilişkisi bulunduğuna ve ölü ataların ruhlarını taşıdığına inanılır. Yılan çoğunlukla yeryüzünün ve yeraltının simgesidir. Amerika yerlileri için yeraltındaki güçlerin tümü yılana aittir. Yunan mitolojisinde ise, topraktan yaratılanların tümü yılan biçimlidir. Günümüzdeki ilkel topluluklarda da yılan kültü süregelmektedir. Afrika yerlileri arasında da en yaygın totem yılandır.

Yunanlılar şifa verici tanrılarla ilişkili olduklarını düşündükleri için yılanları ev hayvanı olarak bulundurmuşlardır. Asası iki yılanla sarılı olan Hermes bunun tipik bir örneğidir. Budizm de aynı yönde görüşü Buda’nın öyküsünde sergiler. Buda, insan başlı bir yılan olan “Naga”ya dönüşür ve bu formdayken hastalık ya da kıtlıktan zarar gören insanlara yardım eder. Deri değiştirmesi yeniden doğum olarak kabul edilir.


Eski Mısır inancına göre, Nil nehrinin kaynağı olan iki mağarada “Agathodameon” adlı bir yılan yaşar.

Mitolojilerde yılan daima devleştirilmiştir. Sümerlerde, Etilerde ve diğer Anadolu uygarlıklarında bir dev yılan öyküsüne rastlanılır. Özellikle Mezopotamya’daki ünlü Gılgamış Destanı’nda yılanın özel bir yeri vardır. Yılan bu destanda, Gılgamış’ın elindeki gençlik ve yaşam veren otu yiyerek gömleğini değiştirme özelliği kazanır. Babil tanrılarından Marduk, devlerle savaşırken yanında çok kez yılanlar bulunur.

Anadolu, İran, Hindistan ve Mezopotamya’yı kapsayan çok geniş bir coğrafyada inanılan Mithra adlı tanrı, arslan başlı bir yılan olup ateşi simgelemektedir. Mithra, resimlerde güneş ile beraber gösterilir. Mitra dininde yılan; hayat bitkisini, hayat ağacını ve iyilik yapıp hastaları iyileştirmesini bilen ilahı simgelemektedir.

Tanrı Apollon, Delphoi tapınağında yaşayan ve kehanetlerde bulunan toprak ana Gaia’nın oğlu dev piton (python) yılanını, tek kahin kendisi olmak için öldürür. Delphoi’nin eski adı da bu python’un adından gelmekte olup, Delphoi tapınağının kurulduğu kayalıktaki mağarada yaşayan dev piton yılanı, bu içinden dumanlar çıkan mağaranın üstüne kurduğu üç ayaklı sehpa üzerinde oturur. Ayrıca yine tanrı Apollon, bir kral kızıyla birlikte olabilmek için yılana dönüşür. Bu arada Herakles ise “Hydra” adındaki yılan-ejderi ortadan kaldırır.

Hekimlik sanatını daha doğmadan önce tanrı Apollo’dan öğrenen Centaur(at adam) Kheiron’un Akhilleus ve Aesculap adlı çok başarılı iki öğrencisi vardır. Bunlardan Akhilleus, Kheiron’dan öğrendiği hekimlik sanatını ve edindiği ilaç bilgisini Troya savaşında yaralılar üzerinde kullanırken, diğer öğrencisi Aesculap ise bir süre sonra Tıp Tanrısı olacak ve onun adına tapınaklar kurulacaktır. Aesculap bir ölüyü diriltecek denli büyük bir hekimdir. Bu nedenle tanrılar tanrısı Zeus’un hışmına uğrar ve bir yıldırımla yok edilir. Tıp Tanrısı Aesculap, elinde tuttuğu ve üzerine yılan sarılı bir asa ile betimlenir. Bu tabloda yılan; hayatın gücünü, insanları besleyip iyileştiren bitki ve ağaçları yetiştiren toprağı, yeraltını ve yeryüzünü ve sık sık deri değiştirmesi nedeniyle gençliği, dinçliği ve yaşama gücünü simgeler. Bu nedenlerden ötürü bir süre sonra yılan hekimliklerin sembolü haline gelir.

Hititlerde büyük yılan “Aşertu” kutsal bir canlı ve ulusal bir tanrıdır ve “Illuyanka” ise, büyük mitolojik bir yılandır. Bu yılan kimi yerlerde tanrılarla kimi yerlerde de kartallarla savaşır. Bu dev yılana karşı savaşan bir tanrıça, tanrılara törenler tertipler ve fıçılar dolusu içkiler hazırlatır. Daha sonra Illuyanka’yı ve çocuklarını da törene davet eder. Dev yılan çocuklarıyla beraber gelip yer, içer ve iyice şişer. Yılan çocuklarıyla beraber yuvasına dönmek üzere giderse de yaşadıkları yerlere artık sığamadıklarından tanrıça ve diğer tanrılar onları iplerle bağlayarak yok ederler. Yine, Hitit ülkesinin koruyucu tanrısı Sandu, azgın bir düşman olarak betimlenen bir yılanı dev bir topuzla öldürür.

Orpheus dini inananlarınca Antikçağ’da evrenin oluşumu; tanrıça Kibele (Kybele) ile “Ofiyon” adlı yılanın sevişme sarsıntılarıyla açıklanmaya çalışılır. Antik Yunan’da bazı kralların yılan olduğuna inanılır. Sümer’lerin yaratılış efsanelerinde de gökyüzü ve yeryüzü tanrılarını yaratan Lakmu ile Lakamu, erkek ve dişi birer yılandır. Aztekler ise insanların “Siyuakotl” adındaki bir yılan-kadın’dan türediğine inanırlar. Hintlilerin kutsal kitabı Vedalardaki yılan ile boğuşma sahnesi, doğrudan doğruya doğayı simgeleyen bir semboldür.

Roma mitolojisinde “Basilikos” adında bir yılanın özellikleri anlatılır. Bu yılan bir bakışta insanları öldürür. Ancak bir gün kendisini aynada görünce, bakar bakmaz kendisi de ölmüştür. Basilikos, kuluçkadaki bir kurbağanın altındaki horoz yumurtasından oluşmuştur.

Yamata No Oroçi
Japon mitolojisinde ise, “Yamata No Oroçi” adlı sekiz başlı bir yılan ülkenin huzurunu bozar. Bunun üzerine öldürülen yılanın kuyruğunda taşıdığı ayna, kılıç ve mücevherler; imparatorluğun kutsal hazinelerini oluşturmuştur.

Eski Mısır’da gökte yaşayan “Apofi (Apapa)” adlı bir yılan vardır ki bu yılan her gün güneşi doğudan batıya doğru taşıyan güneş tanrısı Ra’nın peşinden gider, onu sokmaya çalışır ve bir gün sokup öldürür. Ancak tanrı İsis, Ra’yı iyileştirir. Yine Eski Mısır’da ilkel kaotik yapıyı “Ogdoadlar” denilen ve “Nun-Naunet-Kuk-Kaulet” adlı dört yılan ile “Huh-Haulet-Amon-Amonet” adlı dört kurbağanın oluşturduğuna inanılır ve bu kaosu tanrı Aton’un sulardan çıkarak düzene soktuğu ileri sürülür. Aşağı Mısır Krallığında hayvan-tanrı kobra yılanıdır. Mısır’da kozmogoni (evrendoğum) ile ilgili dört yılan “Uçurum-Karanlık-Görünmez-Su” vardır. Evrenin çevresinde de “Apofis” adlı kozmik bir yılan bulunmaktadır. Bu yılanın yırtıcı gücünden korunmak için dinsel ayinler yapılır. Çünkü Apofis kesinlikle tam olarak öldürülemez. Mısır düşüncesinde en önemli ve esaslı rol güneşe aittir. Horus ise güneşi ifade eden bir tanrıdır. Kardeşi Seth ile yaptığı kavgada bir gözü çıkar ve Horus, çıkan gözünün yerine “Uraeus” adlı bir yılanı takar. Bu yılan daha sonradan firavunların egemenlik simgesi olmuş ve bu olaydan sonra ölen yılanlar tapınaklara gömülmüştür.

Eski İran hükümdarları saraylarına alacakları hekimin bilgisini ölçmek üzere, kendilerini bir yılana sokturup hekimi tedaviye mecbur bırakırlar. Hekim, ancak hükümdarın iyileşmesini sağlayabilirse, bilgisini ispatlamış olur ve saraya kabul edilerek görevine başlar.

İskandinav tanrısı “Votan” sık sık yılan kılığına girer. Slavların efsanevi kahramanı Vseslaviç bir yılanın oğludur. Totemlerinin çoğu yılan olan ilkel toplumlar, yılanları deri değiştirdiklerinden ötürü ölümsüz saymışlar ve ölümsüzlüğü elde edemeyişlerini de ona bağlamışlardır.

Bir Orta Afrika efsanesine göre; bir zamanlar insanlar da ihtiyarlayınca derilerini atarak gençleşirler. Yalnız bu işlemi yalnızken yapmaları gerekmektedir. İhtiyarın birisi bu işlemi torununun gözleri önünde yapınca, tanrının gazabına uğrar ve insanlar böylesi bir nimetten mahrum kalırlar.

Tibet’te yılan ve kuş birleştirilir ve bu birleşik yaratığa boynuzlu bir insan başı konulur.Aynı motif İran’da da vardır. Bunun ejderha motifiyle ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca Polinezya’da yılan tanrıyla kuş tanrı arasındaki mücadele, ağaç oymalara konu olmuştur. Amerika’da Missisipi nehri ve Meksika vadisinin her yerinde tüylü ve boynuzlu bir yılana inanılır ve saygı duyulur. Bölgedeki kızılderililer bu büyük, tüylü yılana taparlar ve ona adaklarda bulunurlar.

Timsah:
En çok Eski Mısır mitolojisinde rastlanılır. Sular tanrısı Sobek timsah başlıdır ve kutsal hayvanı da timsahtır. Ancak Mısır’ın her yerinde timsah kutsal kabul edilmez. Bazı bölgelerde düşman sayılır. Halk evcil timsahlara bakar ve besler; kulaklarına küpeler, ayaklarına bilezikler takar ve öldüklerinde bazıları mumyalanıp özel tabutlara konularak kutsal yerlere gömülürler. Timsahların, ölen insanlardan günahkar olanları öbür dünyada parçalayacaklarına inanılır.

Kertenkele ve Bukalemun:
Çoğu ilkel toplulukların mitolojisinde, ateşi yeryüzüne getirerek insanları kurtardıklarına ve dünyanın yaratılışına yardımcı olduklarına inanılır.

Kaplumbağa:
Yunan mitolojisinde genellikle pek yer almaz. Yalnız tanrı Apollon, bir kralın çok sevdiği kızına yaklaşabilmek için bir kaplumbağaya dönüşür ve kız kaplumbağa ile oynamak üzere onu kucağına aldığında birden bire bir yılana dönüşerek kızla çiftleşir.

Hint mitolojisinde tanrı Vişnu, yeryüzüne ikinci kez bir kaplumbağa olarak iner. Tanrıların denizleri karıştırmak için tersine çevirdikleri bir dağın ucu, dünyanın dibini delmesin diye de sırtındaki kabuğu dağın sivri ucuna dayar. Hint mitolojisinde dünya bir kaplumbağanın sırtından doğan bir filin üzerinde bulunur. Çinlilerde kaplumbağa dünyayı destekler ve her bir ayağı bir elementi ya da dünyanın bir köşesini temsil eder. Taoculukta ise, evreni temsil eder ve kutsal güçlere sahip bir hayvan olarak kabul edilir. Kaplumbağa yumurtasının kabuğu, kutsama törenlerinde kullanılır. Polinezya yerlileri de kaplumbağayı okyanus tanrılarının gücü olarak sembolize ederler.

Afrika mitolojisinde tanrının ilkin kaplumbağaları yarattığı, sonra bunu insanların ve taşların izlediği bildirilir. Ancak kaplumbağa ve insan zamanla çocuk istedikleri için tanrı tarafından ölümlü olmakla, taş ise çocuk istemediği için ölümsüzlükle ödüllendirilir.

Kızılderili mitolojisinde de kaplumbağa, tanrı Maheo’nun isteği üzerine yeryüzündeki toprağın ilk olarak oluşumunda rol oynar. Tanrı Maheo, suyun dibinden çıkarttığı çamuru, kaplumbağanın sırtına yığmış ve yeryüzündeki toprak buradan köken almıştır. Bu nedenle kızılderililer ona “Kaplumbağa Büyükanne” adını verirler. Bazı kızılderili kabilelerindeyse, kaplumbağaların suyun dibine kadar indiklerine, ancak bu sırada gözlerine ve kulaklarına çamur dolduğuna ve bu çamurun daha sonra kurutulup bir ada yapıldığına ve dünyanın da bu adadan oluştuğuna inanılır.

Balık (Genel):
Doğu ve batı mitolojilerinin çoğunda kutsal olup, Sümer tapınaklarının kutsal hayvanı; balık kuyruklu bir koyundur. Burada tanrı Ea’nın rahipleri de balık biçiminde giysiler giyerler. Hint tanrısı Vişnu, yeryüzüne ilk inişinde balık biçimine bürünür. Şeytan’ın, Brahman’ın yazdığı kutsal Vedaları denizin dibine atması nedeniyle balık biçiminde yeryüzüne inmiş ve denizin dibinden kutsal kitabı çıkartmıştır. Bu arada insanların kötülüğü seçtiklerini gören tanrılar, onları tufanda boğmuşlar, sadece Manu adındaki bir insancık bir tepenin üstünde sağ olarak kalmıştır. Balık Vişnu, bu insanı sırtına alarak yüzmüş ve suların çekildiği bir kara parçasına onu bırakarak insan soyunu yok olmaktan kurtarmıştır.

Denizci toplumlarda balıkların iyi şans ve mutluluk getirdiklerine inanılır.

Germen kavimlerinin kötü şeytanı Loki arasıra balık kılığına girer ve balık ağını icat eder. Loki’nin oğlu vahşi kurt Fenris’in tasması da balıkların soluğundan yapılmıştır. Balıkların soluklarını bu tasmanın yapımında kullandıklarından bu nedenle artık solumadıklarına inanılır. Kızılderililerde Tanrı Maheo, ilk önce dereleri yaratır ve sonra bu sudan canlıları yaratır. Önce derin su balıklarını, sonra kumlarda yaşayan diğer deniz hayvanlarını ve gölün dibini yaratır; buradan da sularda yaşayan kuşları meydana getirir. Bedevilerde, ay ile güneşin ortak bir düşmanı olduğuna inanılır. Hüt adı verilen ve büyük bir balık olarak düşünülen bir dev, ara sıra onları yutmaya çalışır. Fakat ancak bir kenardan kavrayabildiğinden, ay ve güneş Hüt’den kurtulmayı başarırlar ve hep yaşarlar. Bedeviler mızrak ve silahlarını alıp “Ya Hüt, ayımızın rahatını bozma!” diye bağrışırlar.

Deniz kızları olarak da adlandırılan sirenler; deniz kıyılarındaki kayalıklarda yaşarlar ve hiçbir insanın dayanamayacağı kadar güzel seslidirler. Kayalıklarda dayanılamayacak güzellikte şarkılar söyleyerek denizcileri ve gemilerini kayalıklara çekerek parçalarlar. Ünlü destanda Odysseus, gemicilerinin kulaklarını balmumuyla tıkayıp kendini de bir direğe bağlayarak onların sesine kapılmaktan kurtulur. Sirenleri gören hiç kimse sağ kalmadığından nasıl oldukları ve neye benzedikleri bilinmemektedir. Homeros onların kuş kanatlı olduklarını belirtir. İlkel denizcilikte kayalıkların birer ölüm yuvası olmaları nedeniyle tasarlanmış olabilecekleri bildirilmektedir. Yunan mitolojisinde, kayalık korkusu nedeniyle kötüleştirilen ve ölüm çağrıcıları olarak nitelendirilen bu deniz kızları daha sonra şiirleştirilirler. İlk kez adları Odysseus’da geçen sirenler, kadın gövdeli, kuş kanatlı ve güzel sesli olarak tanımlanırlar. Sonradan Ortaçağın yarattığı ve özellikle kuzey folklorunda görülen figürlerin ve başka mitolojilerin etkisi altında sirenler kanatlı olmaktan çıkar ve yarı insan-yarı balık biçiminde mitolojik deniz kızlarına dönüşür. Bugün için de, sirenler ya da deniz kızları denildiğinde, belden yukarısı kadın, belden aşağısı pullarla kaplı ve yüzgeçli yaratıklar akla gelir. Bu imge Yunan mitolojisine tamamen yabancıdır. Yunan mitolojisindeki sirenlerin balıkla hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır.

Köpekbalığı:
Polinezya yerlilerinin köpekbalıkları hakkında olağanüstü fikirleri vardır. Pek çok köpekbalığını yakalayıp yerler ama, büyük mavi köpek balığı yerlilerce bir tanrı olarak kabul edilir. Rahiplerin görev alacakları tapınaklar yapılır. Tapınaklarda, balıkçılar ve denizde başka sebeplerle bulunanlar, bu kutsal köpek balıkları için adaklar adarlar ve dualar ederler.

Balina ve Yunus:
Eski İskandinavya’da cadıların balinaları sürebildiklerine inanılır. Japonya’da balina, okyanusların tanrısı için bir deniz-dağıdır. Kuzey efsanelerinde dünyanın balinanın sırtında olduğuna ve balinanın hareket etmesinin depremlere neden olduğuna inanılır.

Apollo, güçlü bir şekilde yunuslarla bağlantılıdır ve onların şekline girebilmektedir. Bu formdayken “Apollo Delphinos (Yunus Apollo)” olarak adlandırılır. Eski Yunanlılar, yunusların müziği sevdiğine ve Apollon’un müzik tanrısı olduğuna inanırlar.Yunan mitolojisinde Odisseus, bir yunusun kalkanını deler. Ayrıca yine bu kültürün mitolojisinde yunus balıkları, tanrı Dionysos tarafından denize atılmış korsanlardır. Bu nedenle yunus balıkları insanlardan korkmazlar ve gemilerine yeniden binebilmek için deniz araçlarının peşinden giderler. Amerikan yerlileri yunusları, dünyalar arası elçiler olarak kabul ederler. Denizciliğin ilk dönemlerinde yunuslar özellikle fırtına ve şiddetli rüzgarlarla ilişkili olarak hava tahminlerinde kullanılırlar.

Kuş(Genel):
İnsanlar çok yaygın bir inanışla, çeşitli kuşlara tapıp onları totem olarak kabul etmişlerdir. Totemlerine tapınılan kuşların tüyleri de kutsal kabul edilir ve giysilere takılır. Hititler'de tanrıların istek ve arzularının, kuşların davranışları, nasıl uçup nasıl kondukları ve gagalarını nasıl tuttuklarına bakılarak anlaşılabileceğine inanılır. Eski Romalılarda da kuşların yem yemelerinden çıkartılan anlama “signa ex tripudiis” ve uçuşlarından çıkartılan anlama ise “signa ex avibus” adları verilir. Kuş falı olarak adlandırılan bu inanışlar, Hititler'de ve Eski Roma’da çok önemsenmiştir. Roma İmparatorluğu'nda kuşların davranışlarına bakılıp, incelenmeden hiçbir devlet işine karar verilip başlanmazdı. Kuşa bakma (Oionoskopia) ya da kuş falı, Antikçağ Yunanlılarınca da paylaşılan bir inanıştır. Buna göre, Zeus’un kuşu olduğuna inanılan kartal, Apollon’un kuşu olduğu düşünülen atmaca ve Athena’nın kuşu olan baykuşun uçuşları dikkatle incelenir ve bunlardan anlamlar çıkartılarak kehanetlerde bulunulmaya çalışılır. Gözlemci kişi yüzünü kuzeye döndüğünde, doğu yönünden uçan kuş(Deksios ornis) uğurlu, batı yönünden uçan kuş (Ep’aristera petomenos) ise uğursuz sayılır. İskandinav mitolojisinde de kuş diline daha doğrusu kuşların ötüşürken konuştuklarına inanılır. Pasifik Okyanusu’nda Papua ve Yeni Gine yerlilerinin yaptıkları bazı heykellerin yüzleri bir kuşu andırır. Bazılarının başı üzerinde ise bir kuş vardır. Bu durum, ölen birinin ruhunun öte dünyaya gidişine bir kuşun eşlik ettiği ya da ruhun kuşa göçtüğü şeklindeki bir inançla açıklanır. Nuh Tufanı’na benzer bir inanışa Sümer mitolojisinde de rastlanılır ve yine burada bir kuş başrolü oynar.

Karga:
Genel olarak Yunan mitolojisinde uğursuz olarak kabul edilir. Nedeni de; tanrı Apollon’a kötü bir haber getirmesidir. Apollon da bu habere çok kızmış ve kargayı lanetlemiştir. O zamana kadar beyaz renk olan karga, lanetlendikten sonra sonsuza dek siyah bir kuş haline gelmiştir. Tibet’de kargaların tanrılardan insanlara mesajlar taşıyan elçiler olduklarına inanılır. İskandinav mitolojisinde kargalara tanrısal nitelikler yüklenir. İskandinav tanrı Votan yanında daima iki karga gezdirir ve onlardan hiç ayrılmaz. Ayrıca Keltlerin bazı kollarında kargaya tapılır.

Alaska’daki Eskimoların inancına göre ise ilk canlı yaratık kargadır. Karanlıkta duran bu karga, bir gün kendi bilincine varır ve ardından ağaçlar dikip insanı yaratır.

Güvercin:
Günahsız insanların ruhu olduğuna inanılır. Beyaz renginden dolayı aşkın ve barışın sembolüdür. Antik Mısır’da güvercinlerin dört bir yana doğru salınmasının ülkeye ve tanrılara iyi haberler getireceğine inanılmıştır. Halk güvercinlere saygı duymuş ve sevmiştir. Güvercin, tanrıça Venüs’e adanmış olup, Venüs’ün Kythere’de bir tapınağı bulunmasından ötürü “Kythere Kuşu” olarak adlandırılmıştır.

Kartal:
Mısır ve İran geleneklerinde güneş tanrısı bir kartal olarak betimlenir.

Kartallar şans sembolü olarak görülürler ve Zeus’a kurban edilirler. Kartal bazı durumlarda Zeus’un simgesidir; onun gücünü, zekasını ve kutsallığını simgeler. Romalılar kartallara “fırtınataşıyıcıları” adını vermiştir. Roma İmparatorluğunda hükümdarlar kartalı, güç ve otoritelerinin bir sembolü olarak görmüşlerdir. Bir imparator öldüğünde, rahip, onun ruhunun ölüm sonrasında yeniden doğduğunu sembolize etmek için bir kartalı salıverir. Navaho kızılderilileri, bu hayvanı en güçlü ve bilge yaratık olarak görür ve en yüksek ideallerinin bir sembolü ve köylerinin koruyucusu olarak kabul ederlerdi. İskandinav mitolojisinde tanrılar tanrısı Votan, bir yerden çıkmak için hemen kartala dönüşür. Yine aynı mitolojiden kuzey göğünün egemeni dev Hrasvelg bir kartal olarak tasarlanır ve fırtınalar onun uçarken kanatlarını çırpmasından meydana gelir.

Eski Türklerin dini olan Şamanizm’de de kartal kutsallaştırılır ve ayrıca Yakut Türklerince kartala tapılır. İlk şamanın bir kartal olduğuna inanılır. Aynu’larda kartal yaratıcı tanrı olarak kabul edilmiştir. İlkel toplulukların çoğunda kartal güneşin yaratıcısı ya da güneşin kendisidir ve onların ölenlerin ruhlarını öbür dünyaya götürdüklerine inanılır. Kartalın gelecekten haber verdiği de düşünülmüştür. Genel olarak kartal, göğün ve kozmolojik güçlerin simgesi sayılmış, yönetici üstün güçlerle insanlar arasında arabuluculuk yaptığı varsayılmıştır. Bu nedenlerden ötürü gelişmiş kültürlerde de genellikle kartalı öldürmek günah sayılmıştır.

Atmaca:
Eski Mısır mitolojisinde güneşi simgeleyen tanrı Horus, gökyüzünde burçlar üzerinde görülür ve bir atmaca (şahin olarak da sembolize edilmiştir) şeklindedir. Bu kuş göklerde uçar ve tanrı Horus’u temsil eder.

Tavus Kuşu:
Tanrıça, Hera tavus kuşunu hiç yanından ayırmaz. Gözlerini oyduğu bir canavarın renkli gözbebeklerini bu kuşun kuyruğuna serpiştirir. Latin mitolojisinde tavus kuşu savaş tanrısı Juno’ya adanır.

Şahin:
Mısır tapınaklarında, Ra bazen şahin başlı olarak tasvir edilmiştir. Yunan ve Roma’da kuşun hızı, kutsama bilgisinin bir taşıyıcısı olarak Apollo ve Merkür ile ilişkilendirilmiştir. Benzer olarak Hindistan’da, şahinin cennetten kutsal ve iyileştirici özelliği olan, ölümsüzlüğü sağlayan “soma”yı getirdiğine inanılmaktadır.

Baykuş:
Bilgelik tanrıçası Atena, resimlerde ona eşlik eden bir baykuşla tasvir edilir. Bundan dolayı baykuşun zekayla güçlü bir ilişkisi olduğuna inanılır ve tanrıların bir elçisi olarak kabul edilir. Yunan mitolojisinde Demeter’e kurban edilir, kutsal bir varlıktır. Yunan-Roma döneminde baykuş, Minerva’nın kuşu olarak tanınır.

Leylek:
Mısırlılar, leyleklerin çoçuklara ilişkin sorumlulukların bir sembolü olduğuna ve yaşlılıkla ilgili olduğuna inanırlar. Yine leyleği adalet getirici olarak kabul ederler. Yunan gizemcileri onu sadakat dolu ana tanrıça olarak görürler.

Kuğu:
Kuğu aynı zamanda müzik tanrısı olan Apolla’ya atfedilir. Kuğuların öldükleri zaman ona özel bir şarkı söylediklerine inanılır. Antik İskandinav efsanesinde ise, Odin’in on üç kızının kuğu şekline girebildiği anlatılır. Kuşun beyaz rengiyle birlikte olduğunda bu, ay ve ay büyüleriyle güçlü bir ilişki oluşturur.

Kaz:
Evrenin oluşumunda tanrı Ra’nın ilk biçimidir. Evren ilkin Nil nehrinin çamurlarından oluşmuş bir durumdadır. Bir süre sonra bu çamurlu su azalıp kurumaya başlar ve sonuçta ortaya bir ada çıkar. Adanın üstündeyse bir yumurta vardır. Bir süre sonra bu yumurta çatlar ve içinden bir kaz çıkar. Hemen uçmaya başlayan bu kaz tanrı Ra’dır. Onun uçması karanlığı yok ederek adada canlı yaşamı başlatır. Tanrı Ra sırasıyla bitkileri, hayvanları ve insanları yaratır. Yine Eski Mısır’da Firavun Keops’un 110 yaşındaki mitolojik büyücüsü Dedi, birçok kehanetlerde bulunduğu gibi bir kazı önce ikiye ayırır sonra yapıştırarak canlandırabilirmiş. Eski Romalılar da Capitolium’u kazların kurtardığına inanırlar. Hitit kaya kabartmalarında kaz-ördek türünden evcil hayvanların evlerde yetiştirildikleri görülür. Bunların etleri, Mısır ve Hititlerde özellikle din adamlarınca tüketilir. Aynı şekilde Eski Türklerce de kaz ve ördek eti, daha çok at eti tüketemeyen halk tarafından besin kaynağı olarak kullanılmıştır.

Tavuk:
Kutsal sayılan bir kümes hayvanı olup eski Türklerde egemenlik simgesidir. Oğuz Kağan sağyanına kırk kulaç direk diktirip üzerine bir altın tavuk koyar; sol yanına da yine kırk kulaç direk diktirip üzerine bir gümüş tavuk koyar. Eski Türklerin “12 Hayvanlı Takvimi”nde yer almıştır. Britanya’da eski bir inanışa göre yeni ay zamanı yumurtadan çıkan civcivler, diğerlerinden daha hızlı büyürler. Bunu ayın büyütme gücüyle dolu olmasına bağlarlar. Romalı askerler civcivleri kendileriyle beraber savaşa götürmüşler ve onların hareketlerinde bir işaret aramışlardır. Buna dayanarak tehlikeye karşı tüylerini büyü yapmakta ya da tıbbi amaçlı olarak kullanmışlardır. Civcivlerin tıbbi değeri çok daha önemlidir ve özellikle soğuk algınlığının tedavisinde kullanılırlar. Eski Türkler ve diğer Ural kavimlerinde tanrılar için horoz kurban edilir. Bu daha çok kendilerine yeni ev yaptıranların uydukları bir kuraldır. Buna göre, ev yapılırken evin belirli bir köşesine bir tanrı gelip yerleşir. Aile halkının mutluluğu ve refahı, bu tanrının memnun edilmesine bağlı olduğundan, daha evin temeli atılırken ev tanrısına düz beyaz bir horoz kurban edilir.

Yarasa:
Memeli bir hayvan olmasına karşın,  fonksiyonel olarak uçma yetisine sahip oluşları nedeniyle, bu çalışmada kanatlı hayvanlar bölümünde değerlendirilmişlerdir. Yarasa, Romalılarda hastalığın ve ölümün bir işaretidir. Karanlıkta görmesi nedeniyle yarasa kanını gözlere sürmenin görüşü keskinleştirdiğine inanılır. Yarasa kanı çeşitli büyülerde kullanılır. Doğu kültürlerinde yarasalar eğlencenin ve uzun bir hayatın sembolü olarak kabul edilirler. Babillilerde yarasa ruhun sembolüdür. Orta Amerikalı kabileler karanlıkta uçabildikleri için yarasaları ruh rehberleri olarak görürler. Birçok Amerikan yerli kültüründe dünyanın dölyatağı olarak kabul edilen mağaralarda yaşadıkları için, yeniden doğuşun bir simgesi olarak algılanırlar. Bazı Afrika kültürlerinde ise yarasaların ölü ruhları taşıdıklarına inanılır. Ayrıca Avrupa ülkelerinde, geceleri mezardan çıkarak insanların kanını emerek yaşayan yarasalara vampir adı verilir ve bu inanç İskandinav kökenlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...