21 Şubat 2012 Salı

Fantastik Edebiyat Tarihi

Chauvet Mağarası
Sihir, büyü ve korkunç canavarlar barındıran hikayeler, yazılı edebiyatın kullanılmasından önce sözlü edebiyatta varolmuştur. Bundan tam yirmi hatta otuz bin yıl kadar önce Altamira'da ve Chauvet'deki mağara resimlerinin çizilmesine neden olan sanatsal dürtünün, postlara sarınmış şamanların Buzul Çağı Avrupası'nda kamp ateşlerinin etrafında heyecanla kendilerini dinleyenlere anlattıkları tanrılar, iblisler, tılsımlar, büyüler, ejderhalar, kurtadamlar ve ufkun ötesindeki muhteşem diyarlarla ilgili müthiş hikayeleri anlattıran dürtüyle aynı olduğuna inanmak pek de zor değildir. Ve tabii ki kavurucu Afrika'da, tarih öncesi Çin'de, eski Hindistan'da ve Amerika kıtasında da bu hikayeler binlerce, hatta yüz binlerce yıldan beri her yerde anlatılagelmiştir. Hikayeler anlatmak dürtüsünün evrensel olduğunu düşünmek bu durumda yanlış olmaz. "insan" dediğimiz canlının olduğu her yerde hikaye anlatan birileri de mutlaka olmuştur ve bu hikayeciler, insanlığın uzun evrimsel yolculuğu boyunca bu yeteneklerini ve enerjilerini olağanüstü olaylar ve mucizeler yaratmaya adamışlardır.

Eğer fanteziyi bilindik gerçekliğin ötesindeki dünyaları anlatan bir edebiyat dalı olarak tanımlamak mümkünse, günümüze kadar ulaşabilmiş en eski hikaye (M.Ö. 2500 yılı civarlarında) Sümerlilerin anlattıkları kahraman Gılgamış'ın hikayesini de fantastik edebiyat örneği olarak gösterebiliriz. Çünkü bu hikayede Gılgamış'ın sonsuz hayatı arayışı anlatılmaktadır. Fakat içinde barındırdığı şekil değiştirenler, büyücüler ve sihirbazlar, tepegözler ve insan yiyen çok başlı yaratıklar ile Homeros'un Odysseia isimli mitololojik derlemesi, yazılı edebiyatta bilinen ilk fantezi türü tanımını karşılar. Geçmişten günümüze doğru ilerleyince, Anglo-Saxon'ların Beowulf'undaki korkunç canavar Grendel'le, Midgard ejderhası Fafnir'le, Kuzey efsanelerindeki Kurt Fenris'le, Alman efsanelerindeki ölümsüzlük peşindeki talihsiz Dr. Faust'la, Binbir Gece Masalları'ndaki sayısız sihirbazlarla, Galler'in Mabinogion'u ve Perslerin Şahname'siyle ve daha sayısız gariplikler ve olağanüstü yaratımlarla karşılaşırız.

George MacDonald

Fantastik hikayeler yaratma dürtüsü tabii ki modern çağda da kaybolmamıştır. Bize Thomas Edison'ın ve Alexander Graham Bell'in buluşlarını sunan aynı çağ, karşımıza fantastik edebiyatta goblin tanımını kullanan ilk kişi olan George MacDonald'ın Prenses ve Goblin'ini, Lewis Carrol'ın başka gerçekliklerde geçen benzersiz iki Alice öyküsünü, H. Rider Haggard'ın kayıp medeniyetlerle ilgili sayısız romanını ve Mary Wollstonescraft Shelley'nin Frankenstein'ını da sunmuştur. Özellikle dokunaklı peri masalları ve fantastik hikayeleri ile tanınan George MacDonald; W.H. Auden, Lewis Carroll, J.R.R. Tolkien, C.S. Lewis, E. Nesbit ve Madelein L'engle gibi bir çok yazarın esin kaynağı olmuştur.



Takdire şayan bir zekayı, imkansızı - ya da en azından olmayacak gibi görüneni - gerçekleştirme isteğiyle birleştirip, mümkün gösteren bir fantezi dalı olan bilimkurgunun rağbet görmesi ile, 20. yy'da bir değişiklik de yaşanmıştır. Yüz yıldan daha uzun bir zaman önce H. G. Wells ve Jules Verne tarafından yapılandırılan ve modern zamanlarda Robert A. Heinlein, Isaac Asimov ve Aldoux Huxley gibi yazarlar tarafından geliştirilen bilimkurgu, "saf " (yani anlattığı gerçeküstü olayları açıklama çabası olmayan) fantastik kurguyu, söylemler ve peri masalları misali çoğunlukla çocuklara yakıştıran atom çağının okur güruhunu müthiş bir şekilde kendine çekmeyi başarmıştır.

Fantezinin eski hali tabii ki yok olmadı. Ancak, en azından Amerika Birleşik Devletleri'nde neredeyse elli yıllık bir duraklama devri yaşadı. Aynı zaman boyunca, bilimkurgu ise Amazing Stories ve Astounding Science Fiction gibi dergiler şeklinde, kendini okuyan kesime sunmuştur ve okuyucuları ise çoğunlukla ilginç bilimsel icatlara meraklı genç adamlar ve çocuklar olmuştur. Fantastik olarak tanımladığımız edebiyat türünü yayınlayan tek Amerikan dergisi, 1923'te kurulan Weird Tales idi. Bu dergi de sadece fantezi yayınlamakla kalmıyor, bugün fantezi olarak düşünülmeyen saf korku gibi metinler de sunuyordu.

Androidler, robotlar, uzay gemileri, dünya dışı varlıklar, zaman makineleri, dış uzaydan gelen virüsler, galaktik imparatorluklar ve benzeri öğeler bilimkurgu olarak tanımlanmaktadır. Bütün bu olgular, halihazırda anladığımız bilimsel kurallar çerçevesinde kavramsal olarak mümkündür (zaman makineleri ve ışık hızından daha hızlı giden araçlar gibi öğelerin bilimin kurallarını zorlamalarına rağmen). Öte yandan fantezi, kültürümüzde genellikle imkansız ya da var olmayan olarak kabul edilen öğeleri kullanır: büyücüler, cadılar, cinler, goblinler, kurtadamlar, vampirler, tekboynuzlar, sihirli prensesler, çeşidi amaçlarla kullanılan büyüler ve tılsımlar.

J.R.R. Tolkien, bir masal kitabı olarak yayınladığı The Hobbit(1937) ve devamı niteliğindeki Yüzüklerin Efendisi (1954-55) ile -ilk zamanlarda bir çok olumsuz tepki alsa da- fantastik türün yaygınlaşması ve erişilebilir olmasında büyük rol oynamıştır. Beowulf başta olmak üzere, Anglo-Sakson efsanelerinin büyük bir kısmından ve bunun yanısıra E.R. Edison'ın The Worm Ouroboros'u gibi eserlerden etkilenmiştir. Tolkien'in eserlerinin yayımlanmasından sonra bu tür "modern fantezi" olarak isimlendirilmiştir. Benzer ilgi alanlarına sahip, Ortaçağ ve Rönesans İngilizcesi Profesörü ve Narnia Günlükleri'nin yazarı olan yakın arkadaşı C.S. Lewis "modern fantezi türü"nün duyurulmasında Tolkien'e yardımcı olmuştur.

Her şey 1960larda J. R. R. Tolkien'in Yüzüklerin Efendisi kitaplarının baskılarının birden piyasada boy göstermesi ve fantastik kurguya karşı müthiş bir ilgi ve açlık yaratmasıyla başladı. Tolkien'in kitapları o kadar büyük bir ticari başarı yakaladı ki yayıncılar benzer üçlemeler yazabilecek yazarlar aramaya başladılar ve bir anda her yer bazıları olağanüstü derecede satış rakamları yakalayan Hobbitvari romanlarla doldu. Birkaç yıl sonra da Tolkien yayıncısı olan Ballantine Books, fantastik kurgu serisi altında, editörlüğünü Lin Carter'ın yaptığı harikulade bir dizi başlattı ve bu dizi E. R. Edison, James Branch Cabell, Lord Dunsany ve Mervyn Peake gibi klasik fantezi ustalarının ve başyapıtlarının çağdaş okuyuculara ulaştırılması sağladı ve o zamandan beri fantezi çağdaş yayıncılıkta önemli bir etken olmaya başladı. Henüz elli yıl önce bilimkurgunun üvey kardeşi olarak kabul edilen fantastik kurgu, şimdilerde oldukça tutulan bir alan haline geldi.

Tolkien'in üçlemesinin yarattığı bu büyük başarının ardından, yeni yazarlar kendi hayali dünyalarıyla teker teker görünmeye başladılar ve kendilerine oldukça geniş ve heyecanlı takipçi kitleleri oluşturdular. Gene 1960ların sonunda Ursula LeGuin, arayışına yani Yerdeniz dizisine başladı, Anne McCaffrey oldukça eski olan ejderha temasını, bilim kurgu ve fantezinin sınırlarında gezen Pern romanları için kullandı. Diğer taraftan Terry Pratchett, satirik fantezinin mizahi gücünü mükemmel bir etkileyicilikle sundu bizlere. Orson Scott Card ve Raymon E. Feist gibi yazarlar da Alvin Yapan ve Yarıksavaşı dizileriyle ziyadesiyle büyük seyirci kitleleri yarattılar. Günümüze yaklaştıkça, Margaret Weis - Tracy Hickman ikilisinin Dragonlance serisi, Robert Jordan'ın devasa Zaman Çarkı külliyatı, George R. R. Martin'in Song of Ice and Fire kitapları, Terry Goodkind'ın Gerçeğin Kılıcı öyküleri ve Tad Williams'ın Memory, Sorrow and Thorn dizisi, çağdaş fantezinin anıtları olarak yerlerini teker teker aldılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...